4 Haziran 2011 Cumartesi

Ergo Proxy

Tanrım ne animeydi öyle.

Başlangıçta beynim sulandı neler döndüğünü algılamaya başlayıncaya kadar ama kesinlikle sürükleyici, felsefik,  psikolojik, ütopik, gizem dolu harika bir yapım.

25 bölüm diye hatırlayıp 23 bölüm sonunda bittiğini fark ettiğimde neden bitti diye üzüldüğüm bir anime.

Konusunu da az buçuk açıklamaya çalışayım:

Ekolojik bir felaket sonrası dünyada Proxy(vekil)lerin kurduğu şehirler vardır. Bu şehirlerde her proxy'nin kendine göre belirlediği kurduğu bir düzen vardır.

Hikaye esas olarak Romdeau adlı bir şehirde başlar. Bu şehirde de diğerlerinde olduğu gibi sahte bir düzen vardır. İnsanlara yardımcı olması açısından Otorav adı verilen robotlar üretilmiştir. Fakat bu otoravlara bulaşarak onları saldırgan yapan fakat aynı zamanda duygu da veren "cogito" virüsünün yayılmasıyla olaylar başlıyor.


Vincent Law ideal vatandaş olmak isteyen fakat her bulunduğu ortamda istenmeyen olaylar yaşanmasına sebep olan, geçmişini unutmuş bir vatandaş. İlerleyen bölümlerde kendisinin Romdeau'nun yaratıcısı Ergo Proxy olduğu ortaya çıkar ama bunu kendisi bile bilmemektedir başlangıçta.
Real Mayar biraz agresif ama düşünen, araştıran, bilmek isteyen biridir.
Pino sevimli mi sevimli, kendisine "cogito" virüsü bulaşmış bir evcil otoravdır. Arkadaş otoravı da diyebiliriz. Virüs bulaştığından duyguları anlayabiliyor ve yansıtabiliyor. Bu macerada Vincent'in yanından hiç ayrılmaz.
Bunun pek alakası yok ama benzerliği görünce şaşırdım, hiç aklıma gelmemişti :D

Ayrıca bu animenin harika soundtrackleri mevcut, buyrun bağımlılık yapan açılış parçası:

AKB48 Dünya müzik listesinde 1. sırada

Daha ilk haftadan 1.333.969 kopya satan "Everyday Kachuusha"nın dünya listesinde birinci sıraya yerleşmesi süpriz değilmiş.
AKB48'den bahsediyorum. Benim için süpriz olduğunu söyleyebilirim. 

Böyle bir listede birinci sıraya oturmak hem de açık ara farkla ve üstelik bunu AKB48'in yapmış olması epey şaşırtıcı geldi bana. Belki de bu gruptan pek hoşlanmadığım içindir.


üstelik şu listede var:


*cr: allkpop


Parça da şöyle:

1 Haziran 2011 Çarşamba

Secret Garden~~Big Bang



Secret Garden! Hyun Bin'in yine muhteşem bir oyunculuk sergilediği muhteşem bir dizi. Ha Ji Won ile başrolleri paylaşıyor. [Farkındayım bu ara Hyun Bin'e takmış bulunuyorum.]

Konu epey ilginç Aslında bu konunun işlendiği Hollywood yapımı bir film vardı adını hatırlamıyorum ama bir dizide işlenmesi güzel sonuçlar çıkarmış ortaya. Bir kadın ve bir erkeğin ruhları beden değiştiriyor. Nasıl keyifli olduğunu varın siz düşünün.

Şahsen gülmekten yanaklarımın acıdığı zamanlar çok oldu. Başından sonuna başlandı mı bırakılamayacak tarzda olduğunu söyleyebilirim.

Fakat daha daha daha da komiği Big Bang'in Secret Garden parodisi. Çok su içtiyseniz sakın izlemeyin. İşte videolar:

Part 1:



Part 2:

Nichkhun


Böyle Coca Cola reklamımı olurmuş yahu. Kalpten gidebilirdim. Hayır +32 uyarısı filan koymaları lazım. Öhöm  Nichkhun adamsın.

31 Mayıs 2011 Salı

Personal Taste

Lee Min Ho ve Son Ye Jin'in başrolü oynadığı bu şeker mi şeker diziyi izledim yakın zamanda ve neden daha önce izlemedim diye kızdım kendime.

İki tane bal dudak aynı dizide aşıkları canlandırırsa güzel sahneler çıkar ortaya tahmin edebileceğimiz gibi haha.
Bu dizide Lee Min Ho'nun iyi bir kisser olduğunu görüyoruz. Ama yine de Worlds Within'le boy ölçüşemeyecek bir dizi olduğunu da söyleyebilirim kissu konusunda.

Ben başından sonuna çok eğlendim, inişleri çıkışlarıyla çok tatlı bir diziydi.
Cinsel tercih konusunu da işlediğinden şamatayı siz düşünün.

Neden bilmiyorum Playful Kiss ile karşılaştırasım geliyor ve kesinlikle Personal Taste çok çok daha iyi.

Yeni bir dizi arayışı içindeyseniz tavsiye ederim. 

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Worlds Within


Son zamanlarda bitirdiğim ve en sevdiklerimden biri konumuna gelen Worlds Within kesinlikle izlenmesi gereken farklı bir yapım.

Farklı olduğunu söylüyorum çünkü normal Kore dizilerinin aksine tutucu bir tavrı yok ve televizyon dünyasının bir bakıma görünmeyen kısmında geçiyor olaylar.

Hyun Bin ve Song Hye Kyo var başrollerde. -en sevdiğim iki oyuncu-

Kendileri dizi yönetmeni rolündeler bu dizide. Üniversite yıllarında sevgiliyken birlikte olmuşlar ve bu bildiğimiz gibi Kore'de ya da en azından dizilerde hoş görülmeyen, genelde işlenmeyen bir durumdur.Bu anlamda rahat bir yapısı var dizinin. Üstelik mesleklerinin zorluklarını, piyasanın göründüğü kadar şaaşaalı olmadığını gözler önüne seren biraz gerçekçi biraz romantik bir bakış açısı da var.

İnsan ilişkileri konusunda da epeyce öğretici olduğunu düşünüyorum ve kesinlikle izlemenizi tavsiye ediyorum.

Dipnot: Bu dizinin ardından Hyun Bin ile Song Hye Kyo çıkmaya başlamışlar, ee onca sıcak sahneden sonra bir etkileşim olmasa garip olurdu ve söylenceye göre ayrılmalarının sebebi Hyun Bin'in çok düşünceli olmasıymış, şöyle ki Hyun Bin askere gideceği için Song Hye Kyo'yu 2 yıl beklemeye mecbur bırakmaya hakkı olmadığını düşünerek ayrılmak istemiş. *adamdan düşünce akıyor*

Elfen lied animesini yeni bitirdim ama etkisinden kurtulamıyorum.
İnsan duyguları harika işlenmiş, üstelik öldürmeye programlanmış bir diclonius'un animede insan olarak betimlenmiş karakterlerden daha insan olduğunu görmek daha bir etkileyici geldi bana.
İzlemenizi kesinlikle tavsiye ediyorum zaten 13 bölümden oluşan kısa bir anime.
Ve açılış parçası Lilium ile sizi baş başa bırakıyorum.

*Ayrıca Ergo Proxy'ye başladım bitirince ona da bir başlık ayırmayı düşünüyorum.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

AKB48 ve SDN48 kızları Bigbang konserinde

AKB48'den Atsuko Maeda ve Mariko Shinoda  SDN48'den ise Yukari Sato  BIGBANG'in 12 Mayıs'taki “Love & Hope Tour 2011” konserine gitmişler.
Maeda şu resmi tweet'lemiş.
AKB48 & SDN48 head to BIGBANG's concert


Ve şöyle demiş:
Dün Mariko, Yukari ve ben BIGBANG'in konserine gittik.
Eğlenceliydi!!
Özellikle Mariko ve ben çok heyecanlıydık.
Benim için çok rahatlatıcıydı.
BIGBANG'e minnettarım.
Bugün de işten sonra eğleneceğim.
*heyecanlı*
Sonra güncelleyeceğim.


*JPOPASIA'dan çevirdim*
*Hem sevmem bu grubu kızları ama olsun*
*Son bir şey daha Maeda Atsuko Hana-Kimi'nin yeni versiyonunda Maki'nin rolünü oynayacakmış*

Hana-Kimi




En çok eğlendiğim Japon dizilerindendi.
Hanazakari no Kimitachi e
Unutulmaz replik: Ore wa homo ja nai!~
Bu ara Kore versiyonunun çekileceği konuşuluyor, oyuncular SM şirketinden olacakmış. Hadi hayırlısı.
Kore versiyonunda unutulmaz repliğin sahibi meşhur Nakatsu'yu Heechul canlandırabilirmiş. *heyecan tavan*

Sade-Is It A Crime


This may come 
this may come as some surprise 
but I miss you. 
I could see through all of your lies 
but still I miss you. 
He takes her love 
but it doesn’t feel like mine 

He tastes her kiss 
her kisses are not wine 
they’re not mine. 
He takes 
but surely she can’t give what I’m feeling now. 
She takes 
but surely she doesn’t know how. 

Is it a crime?
Is it a crime that I still want you? 
And I want you to want me too. 

My love is wider 
wider than Victoria Lake. 
My love is taller 
taller than the Empire State. 
It dives and it jumps and it ripples like the deepest ocean. 
I can’t give you more than that 
surely you want me back. 

Ben çizdim Vol.2

Ben çizdim



Aokigahara: İntihar bölgesi


“Sea of Trees” olarak bilinen 35 kilometrekarelik orman, Fuji Dağı’nın kuzey batı tarafında bulunur.
Orman turistik bir yer olmasından ya da buzlu mağaralarından,kayalık bir yer olmasından çok “İntihar bölgesi” olmasıyla ünlemiş.
San Francisco’daki Golden Gate Bridge’den sonraki dünyanın ikinci intihar yeri.
1950’lerden bu yana 500’e yakın insan burada hayatlarına son vermiş.
Normalde ormanlarda “Lütfen ateş yakmayınız” gibi tabelalar bulunurken Aokigahara ormanının çeşitli yerlerinde “Tekrar düşünün”, “Lütfen intihar etmeden önce polise danışın” tabelaları bulunuyormuş.
Fakat bu olaylara rağmen normal yaşam devam ediyor bölgede. Bölgedeki ormancılar buldukları cesetleri yanlarında götürüp hatta bazen beraber uyuyup(bir inanışa göre intihar eden yalnız ruhlar çığlık atarlarmış bu yüzden onları yalnız bırakmamak için beraber uyurlarmış) ardından polise teslim ederlermiş.
*Wikipedia’dan çeviri yaptım ve uludağ sözlük ile ekşi sözlükten faydalandım*
*Ama çok ilginç bir yer yahu, ürperdim ama hoşuma da gitti.*

26 Nisan 2011 Salı

Ben yazdım! Ben yazdım!

Kitaba kendimi fena kaptırmıştım, ara verdiğimde hem kitaptaki olay örgüsüyle kendi hayatım arasında bağlantı kuruyor hem de onu düşünüyordum. Kitabı çalışma masama bıraktım. Ardından kendimi düşüncelere kaptırdım.

Son bir haftadır öyle sık arıyordu ki birden bire bu durumun sona ermesi beni hayli sarsmıştı. Evet dediğim gibi. Kendimi boşlukta hissetmeme sebep olan bu "aramama" sürecinin ne zaman sona ereceğini merak ve telaşla bekliyordum.
Aslına bakarsan onu sevmiyordum bile. Üstelik her konuşmamızda azarlıyor hatta böyle sürekli aramamasını, meşgul olduğumu söylüyordum. Oysa o, başlangıçta bu sözlerime kızmış olsa a aldırmıyor, inatla aramakta üsteliyordu. Her ne kadar onu sevmesem de ilgisi gururumu okşadığı ve insanca bir bencillik duygusunun içimde uyandırdığı dürtü, ondan gelecek aramayı beklememe neden oluyordu.
Bu durum biraz da alışkanlık olmuştu. Sanki vücudumun olduğu gibi  beynimin de bir biyolojik saati varmış gibi her gün "aklıma estikçe" telefonu kontrol ediyordum. Şaşılacak ve tesadüf olduğuna inanamayacak kadar istemsiz bu davranışım her defasında zaferle sonuçlanınca(tam o anda arıyordu) 6. hissimin söylendiği kadar kuvvetli olup olmadığını düşünürdüm kendi kendime. Sonra gülüp geçerdim bu düşünceme. Oysa metafiziğe ilgim ve inancım vardı ama okuduğum yazılarda anlatıldığı gibi bir gücün bende var olması ihtimali özgüvenimin yetersizliğinden olsa gerek bana, gülüp geçilecek kadar saçma ve imkansız gelirdi.
Bunları düşünürken birden ağlamaklı oldum. Beni bu duruma alıştırdıktan sonra aramayı kesmesi acı veriyordu. Öyle büyük bir boşluk oluşmuştu ki içimde  "aşk" denen duyguyu hissetmediğime adım kadar emin olsam da kalbimdeki bu en "sanal " ama "gerçek"acıya anlam veremiyordum.Bu acının sanal olması gerektiğine olan inancım tamdı. Belki de kendime itiraf edemediğim kadar gerçek bir acıydı ama nedeni bir alışkanlığın son bulması kadar basit olamazdı.
Yaşlı gözlerle acımın nedenini ya da nedenlerini bulmaya odaklandım. "Yalnızlık mıydı? Bir kaç ay önce sevgilim tarafından aldatılıp bu durumun verdiği gurur ve kalp kırıklığını hâlâ atlatamamış ve kendimi sosyalliğe kapatmış olmamın sonucu muydu? (aldatılma hikayemi anlatmayı sonraya bırakıyorum sevgili okur)" Kendime bu soruları sorarken ürperti ve şaşkınlıkla fark etmiştim; "Tanrım! Bunların hepsi!"
Şimdi acı tüm bedenimi sarmıştı. Nedenleri keşfetmiş olmamın beni rahatlatmasını dilerdim ama öyle olmadı. Gözlerimdeki yaşların yüzümde çizdiği zikzaklı yoldan akmasına engel olamıyordum. Yüzümü ne kadar uğraşsam da kontrol edemiyor ve bu durum sürdükçe yüzümü kontrol etme çabamın arttığını telaşla fark ediyordum.Hıçkırıklar boğazıma düğümlendiğinde ağlamama engel olmak için çaba harcamamın anlamsız ve gereksiz olduğu sonucuna vararak kendimi serbest bıraktım. Hıçkıra hıçkıra, âdeta boğazımda yutkunamadığım bir şey kalmış gibi alimi göğsüme sertçe vura vura ağladım, ağladım, ağladım...Uyuyakalmışım.
Uyandığımda akşam olmuş, halsizlik ve açlıktan başım dönüyordu. Abartmış mıydım? Buna ihtiyacım vardı. Bedenen halsizdim fakat ruhen kendimi fazlasıyla iyi ve rahatlamış hissediyordum. Kalkıp bir şeyler atıştırdıktan sonra bahçeye çıkıp temiz hava almaya karar verdim.
Temiz hava nasıl da iyi gelmişti. Kendimi daha güçlü ve yenilenmiş hissettiğimde eve döndüm, saat gece yarısına yaklaşmıştı. Çok sevgili çalışma masama bir göz attım ve işte bu aralar ilgiyle okuduğum kitap oradaydı. Kitabı özenle elime aldım ve kaldığım yerden okumaya koyuldum.

24 Nisan 2011 Pazar


Lifehouse-Everything
Find me here, 
And speak to me. 
I want to feel you, 
I need to hear you. 
You are the light, 
That’s leading me, 
To the place, 
Where I find peace again. 

You are the strength, 
That keeps me walking. 
You are the hope, 
That keeps me trusting. 
You are the light,
To my soul.
You are my purpose, 
You’re everything. 

How can I stand here with you, 
And not be moved by you? 
Would you tell me, 
How could it be, 
Any better than this? 

You calm the storms, 
And you give me rest. 
You hold me in your hands, 
You won’t let me fall. 
You steal my heart, 
And you take my breath away. 
Would you take me in, 
Take me deeper now. 

And how can I stand here with you, 
And not be moved by you? 
Would you tell me, 
How could it be, 
Any better than this? 

And how can I stand here with you, 
And not be moved by you? 
Would you tell me, 
How could it be, 
Any better than this? 

Cause you’re all I want, 
You’re all I need, 
You’re everything, everything. 

You’re all I want, 
You’re all I need, 
You’re everything, everything. 

You’re all I want, 
You’re all I need, 
You’re everything, everything. 

You’re all I want, 
You’re all I need, 
You’re everything, everything. 

And how can I stand here with you, 
And not be moved by you? 
Would you tell me, 
How could it be, 
Any better than this? 

And how can I stand here with you, 
And not be moved by you? 
Would you tell me, 
How could it be, 
Any better, any better than this? 

And how can I stand here with you, 
And not be moved by you 
Would you tell me, 
How could it be, 
Any better than this? 

Would you tell me, 
How could it be, 
Any better than this… 

23 Nisan 2011 Cumartesi


 
Bir erkeğe uzun saç bu kadar yakışabilir mi?
Bir erkek bu kadar güzel olabilir mi?!

Aşığım bu kıza -kim olduğunu bilmesem de-.
Kitabı okuduğum zamanlar arada bir kapağa bakmaktan kendimi alamazdım.
Hey gidi günler.

Sen düşündüğünden daha çok düşünüyorsun insanoğlu

Sen! İnsanoğlu!
Yazdıklarından, konuştuklarından fazlasını düşünüyorsun. Düşünmediğini sandığın zamanlarda bile düşünceler akıyor zihninden, ruhundan, benliğinden. Sayfalarca düşünüyorsun bazen, ne düşündüğünü bilmeden. Bazen düşündüğün şeyi neden düşündüğünü bilmeden düşünüveriyorsun. 
Dağınık düşüncelerini toparlamak istediğin zaman bile bazen anlamsız bazen alakasız düşünceler beliriveriyor zihninde. En çok düşünmek istemediğini düşünüyorsun.
Zihnin senle oyun oynuyor gibi. Zihnin sana itaat etmiyor baş kaldırıyor.
Korkuyor musun?
Bu isyanı bastıramamaktan korkuyor musun?

Ah keşke kendi hayatımı da dışarıdan seyredebilseydim başka hayatları seyrettiğim gibi

Yaşanmış veya yaşanması olası hayatları izliyorum: dizi/filmler.
Sonra düşünüyorum, keşke hayatımı da dışarıdan seyredebilsem. Bazı şeyler daha net görünebilirdi. Yaptığım bir çok hatayı yapmamış olabilirdim.
Bu şey gibi.. Bir arkadaşına tavsiye vermek gibi.. Onun hayatını yaşamıyorsun ama seyrediyorsun ve tereddütsüz seçenekler, öneriler sunuyorsun.
Keşke kendi hayatımı dışarıdan seyredip kendime de tavsiyeler verebilsem. Kim bilir, belki..Daha yaşanılası bir hayatım olurdu.

Bayım ben ne kaybettim ne pes ettim ne de vazgeçtim

Ben kaybetmedim. Kaybettiğimi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz bayım. Sadece mola verdim. Hayallerime giden yol üzerinde küçük bir sığınakta mola verdim. Durup düşünmek istedim bayım anlıyor musunuz? Ben vazgeçmedim. Yoluma devam etmek üzere hazırlıklarımı yapıyorum. Bana engel olacak mısınız? Ah hayır bunu yapamazsınız. Hayallerim bana çok uzak değil bayım beni kandıramazsınız. Ben inanıyorum. Siz de inanmalısınız.

Ahmet Büke, en sevdiği yazara mektup yazsa, nasıl bir mektup yazar ve hatta kime yazar? (üşenmedim yazıyorum Taraf gazetesinin Kitap ekinden, biraz psikopatça ama sanırım bu yüzden hoşuma gitti.)

Abi Merhaba, Ben Ahmet!
Ben çocukken çok küçüktüm abi. Şaka yapmıyorum.Ellerim falan mahallenin en cücesiydi. O yüzden uçurtma yapmam mümkün olmadı. Kargıları kesmek beşgene çevirmek, kınnapla düğümlemek, parlak kağıdı hamurla yapıştırmak, o lanet kuyruğu ölçüp biçip en uygun yere bağlamak ve teraziyi düzgün tutturmak… Bütün bunlar el gibi ellerin işiydi.
El demek bana uzak demek.
El için olmak gerek.
Benim ellerim çok küçük.
Ama sonra keşfettim ki, küçük el aslında Allahın insana vereceği en büyük lütuf.
Ellerin ufaksa karıncaları enselerinden tutup kavanoza tıkabilirsin. Daha başka, bal arılarını ve saç arılarını aynı kibrit kutusuna koyabilirsin.
Abi, en güzel neydi biliyor musun?
Yılanlar. Engerek ve köryusuf.
Engerek sinsi olur. Ses duydu mu pusar öyle. Tıs, demez.
Köryusuf delikanlıdır. Üzerine gelenin, üzerine yürür.
Ama abi, ellerin küçükse şansın büyüktür. Hele şöyle mahallede bileğine dolanmış, ensesinden tuttuğun yılanla yürürsen artık kimse sen yokmuşsun gibi davranamaz.
Ben öyle oldum abi. Ben öyle var oldum. Yılan tuttum o küçük ellerimle. Sonra kuyruğundan sallayıp felç ettim onları. Sonra kafasını koparıp tavuklara attım.
Babamdan çaldığım bağ bıçağının ucuyla derilerini yüzdüm. İçlerindeki küçük balık ve kurbağaları ve serçe yavrusu ıslaklıklarını temizledim. Sonra mahallenin ortasında yaktığım ateşte çomaklara geçirdiğim yılanları pişirdim. Abi, ben uçurtma yapamadım ama yılancı oldum. Biraz büyüyünce bu ellerin kalem tutabileceğini de öğrendim. İyi sivriltilmiş kurşun kalemi sıra arkadaşım Alim’in avucuna öyle bir sapladım ki bir daha kimse arkamdan yılancı çocuk diye bağıramadı.
Abi, gökyüzü berbattır. Ne varsa toprakta, taşların altında ve pürçeklerin arasında var. Bu eller o topraktan hem korku hem ekmek çıkarttı. Mahallede uçurtmayı yasakladım ben. Kimse bir daha gökyüzüne bakamadı. Abi, insan en masum fenalıktır topraktaki. 
Şimdi senden tek dileğim, bizim buralara gelmen. Seni gezdirmek istiyorum doğduğum topraklarda. Alim’in mezarını gör istiyorum. Taşına uçurtma çizdirmiş anası. ”Oğlum göklerde uçsun.” yazdırmış.
İnsan çok fena güzel bir şey Abi. Kuyruğundan sallanmıyor ama boynu kırılıveriyor.
Sevgilerimle,
Ahmet Büke
Alıcı: Andrei Platonov
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde bir çalışma kampı