26 Nisan 2011 Salı

Ben yazdım! Ben yazdım!

Kitaba kendimi fena kaptırmıştım, ara verdiğimde hem kitaptaki olay örgüsüyle kendi hayatım arasında bağlantı kuruyor hem de onu düşünüyordum. Kitabı çalışma masama bıraktım. Ardından kendimi düşüncelere kaptırdım.

Son bir haftadır öyle sık arıyordu ki birden bire bu durumun sona ermesi beni hayli sarsmıştı. Evet dediğim gibi. Kendimi boşlukta hissetmeme sebep olan bu "aramama" sürecinin ne zaman sona ereceğini merak ve telaşla bekliyordum.
Aslına bakarsan onu sevmiyordum bile. Üstelik her konuşmamızda azarlıyor hatta böyle sürekli aramamasını, meşgul olduğumu söylüyordum. Oysa o, başlangıçta bu sözlerime kızmış olsa a aldırmıyor, inatla aramakta üsteliyordu. Her ne kadar onu sevmesem de ilgisi gururumu okşadığı ve insanca bir bencillik duygusunun içimde uyandırdığı dürtü, ondan gelecek aramayı beklememe neden oluyordu.
Bu durum biraz da alışkanlık olmuştu. Sanki vücudumun olduğu gibi  beynimin de bir biyolojik saati varmış gibi her gün "aklıma estikçe" telefonu kontrol ediyordum. Şaşılacak ve tesadüf olduğuna inanamayacak kadar istemsiz bu davranışım her defasında zaferle sonuçlanınca(tam o anda arıyordu) 6. hissimin söylendiği kadar kuvvetli olup olmadığını düşünürdüm kendi kendime. Sonra gülüp geçerdim bu düşünceme. Oysa metafiziğe ilgim ve inancım vardı ama okuduğum yazılarda anlatıldığı gibi bir gücün bende var olması ihtimali özgüvenimin yetersizliğinden olsa gerek bana, gülüp geçilecek kadar saçma ve imkansız gelirdi.
Bunları düşünürken birden ağlamaklı oldum. Beni bu duruma alıştırdıktan sonra aramayı kesmesi acı veriyordu. Öyle büyük bir boşluk oluşmuştu ki içimde  "aşk" denen duyguyu hissetmediğime adım kadar emin olsam da kalbimdeki bu en "sanal " ama "gerçek"acıya anlam veremiyordum.Bu acının sanal olması gerektiğine olan inancım tamdı. Belki de kendime itiraf edemediğim kadar gerçek bir acıydı ama nedeni bir alışkanlığın son bulması kadar basit olamazdı.
Yaşlı gözlerle acımın nedenini ya da nedenlerini bulmaya odaklandım. "Yalnızlık mıydı? Bir kaç ay önce sevgilim tarafından aldatılıp bu durumun verdiği gurur ve kalp kırıklığını hâlâ atlatamamış ve kendimi sosyalliğe kapatmış olmamın sonucu muydu? (aldatılma hikayemi anlatmayı sonraya bırakıyorum sevgili okur)" Kendime bu soruları sorarken ürperti ve şaşkınlıkla fark etmiştim; "Tanrım! Bunların hepsi!"
Şimdi acı tüm bedenimi sarmıştı. Nedenleri keşfetmiş olmamın beni rahatlatmasını dilerdim ama öyle olmadı. Gözlerimdeki yaşların yüzümde çizdiği zikzaklı yoldan akmasına engel olamıyordum. Yüzümü ne kadar uğraşsam da kontrol edemiyor ve bu durum sürdükçe yüzümü kontrol etme çabamın arttığını telaşla fark ediyordum.Hıçkırıklar boğazıma düğümlendiğinde ağlamama engel olmak için çaba harcamamın anlamsız ve gereksiz olduğu sonucuna vararak kendimi serbest bıraktım. Hıçkıra hıçkıra, âdeta boğazımda yutkunamadığım bir şey kalmış gibi alimi göğsüme sertçe vura vura ağladım, ağladım, ağladım...Uyuyakalmışım.
Uyandığımda akşam olmuş, halsizlik ve açlıktan başım dönüyordu. Abartmış mıydım? Buna ihtiyacım vardı. Bedenen halsizdim fakat ruhen kendimi fazlasıyla iyi ve rahatlamış hissediyordum. Kalkıp bir şeyler atıştırdıktan sonra bahçeye çıkıp temiz hava almaya karar verdim.
Temiz hava nasıl da iyi gelmişti. Kendimi daha güçlü ve yenilenmiş hissettiğimde eve döndüm, saat gece yarısına yaklaşmıştı. Çok sevgili çalışma masama bir göz attım ve işte bu aralar ilgiyle okuduğum kitap oradaydı. Kitabı özenle elime aldım ve kaldığım yerden okumaya koyuldum.

24 Nisan 2011 Pazar


Lifehouse-Everything
Find me here, 
And speak to me. 
I want to feel you, 
I need to hear you. 
You are the light, 
That’s leading me, 
To the place, 
Where I find peace again. 

You are the strength, 
That keeps me walking. 
You are the hope, 
That keeps me trusting. 
You are the light,
To my soul.
You are my purpose, 
You’re everything. 

How can I stand here with you, 
And not be moved by you? 
Would you tell me, 
How could it be, 
Any better than this? 

You calm the storms, 
And you give me rest. 
You hold me in your hands, 
You won’t let me fall. 
You steal my heart, 
And you take my breath away. 
Would you take me in, 
Take me deeper now. 

And how can I stand here with you, 
And not be moved by you? 
Would you tell me, 
How could it be, 
Any better than this? 

And how can I stand here with you, 
And not be moved by you? 
Would you tell me, 
How could it be, 
Any better than this? 

Cause you’re all I want, 
You’re all I need, 
You’re everything, everything. 

You’re all I want, 
You’re all I need, 
You’re everything, everything. 

You’re all I want, 
You’re all I need, 
You’re everything, everything. 

You’re all I want, 
You’re all I need, 
You’re everything, everything. 

And how can I stand here with you, 
And not be moved by you? 
Would you tell me, 
How could it be, 
Any better than this? 

And how can I stand here with you, 
And not be moved by you? 
Would you tell me, 
How could it be, 
Any better, any better than this? 

And how can I stand here with you, 
And not be moved by you 
Would you tell me, 
How could it be, 
Any better than this? 

Would you tell me, 
How could it be, 
Any better than this… 

23 Nisan 2011 Cumartesi


 
Bir erkeğe uzun saç bu kadar yakışabilir mi?
Bir erkek bu kadar güzel olabilir mi?!

Aşığım bu kıza -kim olduğunu bilmesem de-.
Kitabı okuduğum zamanlar arada bir kapağa bakmaktan kendimi alamazdım.
Hey gidi günler.

Sen düşündüğünden daha çok düşünüyorsun insanoğlu

Sen! İnsanoğlu!
Yazdıklarından, konuştuklarından fazlasını düşünüyorsun. Düşünmediğini sandığın zamanlarda bile düşünceler akıyor zihninden, ruhundan, benliğinden. Sayfalarca düşünüyorsun bazen, ne düşündüğünü bilmeden. Bazen düşündüğün şeyi neden düşündüğünü bilmeden düşünüveriyorsun. 
Dağınık düşüncelerini toparlamak istediğin zaman bile bazen anlamsız bazen alakasız düşünceler beliriveriyor zihninde. En çok düşünmek istemediğini düşünüyorsun.
Zihnin senle oyun oynuyor gibi. Zihnin sana itaat etmiyor baş kaldırıyor.
Korkuyor musun?
Bu isyanı bastıramamaktan korkuyor musun?

Ah keşke kendi hayatımı da dışarıdan seyredebilseydim başka hayatları seyrettiğim gibi

Yaşanmış veya yaşanması olası hayatları izliyorum: dizi/filmler.
Sonra düşünüyorum, keşke hayatımı da dışarıdan seyredebilsem. Bazı şeyler daha net görünebilirdi. Yaptığım bir çok hatayı yapmamış olabilirdim.
Bu şey gibi.. Bir arkadaşına tavsiye vermek gibi.. Onun hayatını yaşamıyorsun ama seyrediyorsun ve tereddütsüz seçenekler, öneriler sunuyorsun.
Keşke kendi hayatımı dışarıdan seyredip kendime de tavsiyeler verebilsem. Kim bilir, belki..Daha yaşanılası bir hayatım olurdu.

Bayım ben ne kaybettim ne pes ettim ne de vazgeçtim

Ben kaybetmedim. Kaybettiğimi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz bayım. Sadece mola verdim. Hayallerime giden yol üzerinde küçük bir sığınakta mola verdim. Durup düşünmek istedim bayım anlıyor musunuz? Ben vazgeçmedim. Yoluma devam etmek üzere hazırlıklarımı yapıyorum. Bana engel olacak mısınız? Ah hayır bunu yapamazsınız. Hayallerim bana çok uzak değil bayım beni kandıramazsınız. Ben inanıyorum. Siz de inanmalısınız.

Ahmet Büke, en sevdiği yazara mektup yazsa, nasıl bir mektup yazar ve hatta kime yazar? (üşenmedim yazıyorum Taraf gazetesinin Kitap ekinden, biraz psikopatça ama sanırım bu yüzden hoşuma gitti.)

Abi Merhaba, Ben Ahmet!
Ben çocukken çok küçüktüm abi. Şaka yapmıyorum.Ellerim falan mahallenin en cücesiydi. O yüzden uçurtma yapmam mümkün olmadı. Kargıları kesmek beşgene çevirmek, kınnapla düğümlemek, parlak kağıdı hamurla yapıştırmak, o lanet kuyruğu ölçüp biçip en uygun yere bağlamak ve teraziyi düzgün tutturmak… Bütün bunlar el gibi ellerin işiydi.
El demek bana uzak demek.
El için olmak gerek.
Benim ellerim çok küçük.
Ama sonra keşfettim ki, küçük el aslında Allahın insana vereceği en büyük lütuf.
Ellerin ufaksa karıncaları enselerinden tutup kavanoza tıkabilirsin. Daha başka, bal arılarını ve saç arılarını aynı kibrit kutusuna koyabilirsin.
Abi, en güzel neydi biliyor musun?
Yılanlar. Engerek ve köryusuf.
Engerek sinsi olur. Ses duydu mu pusar öyle. Tıs, demez.
Köryusuf delikanlıdır. Üzerine gelenin, üzerine yürür.
Ama abi, ellerin küçükse şansın büyüktür. Hele şöyle mahallede bileğine dolanmış, ensesinden tuttuğun yılanla yürürsen artık kimse sen yokmuşsun gibi davranamaz.
Ben öyle oldum abi. Ben öyle var oldum. Yılan tuttum o küçük ellerimle. Sonra kuyruğundan sallayıp felç ettim onları. Sonra kafasını koparıp tavuklara attım.
Babamdan çaldığım bağ bıçağının ucuyla derilerini yüzdüm. İçlerindeki küçük balık ve kurbağaları ve serçe yavrusu ıslaklıklarını temizledim. Sonra mahallenin ortasında yaktığım ateşte çomaklara geçirdiğim yılanları pişirdim. Abi, ben uçurtma yapamadım ama yılancı oldum. Biraz büyüyünce bu ellerin kalem tutabileceğini de öğrendim. İyi sivriltilmiş kurşun kalemi sıra arkadaşım Alim’in avucuna öyle bir sapladım ki bir daha kimse arkamdan yılancı çocuk diye bağıramadı.
Abi, gökyüzü berbattır. Ne varsa toprakta, taşların altında ve pürçeklerin arasında var. Bu eller o topraktan hem korku hem ekmek çıkarttı. Mahallede uçurtmayı yasakladım ben. Kimse bir daha gökyüzüne bakamadı. Abi, insan en masum fenalıktır topraktaki. 
Şimdi senden tek dileğim, bizim buralara gelmen. Seni gezdirmek istiyorum doğduğum topraklarda. Alim’in mezarını gör istiyorum. Taşına uçurtma çizdirmiş anası. ”Oğlum göklerde uçsun.” yazdırmış.
İnsan çok fena güzel bir şey Abi. Kuyruğundan sallanmıyor ama boynu kırılıveriyor.
Sevgilerimle,
Ahmet Büke
Alıcı: Andrei Platonov
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde bir çalışma kampı